''Güzelliğin'', aynaya bakınca görünen yüzü, uzun zamandır ''doğaya'' dönmüş yüzünü... Doğa'nın süsü olmuş; Tescillenmiş güzelliğiyle kazanılmış güzel bir çevre yaratmanın telaşına düşmüş... El vermiş kadına ve kadın doğa'ya bürünmüş. Kadın, doğaya serpiştirmiş eteğindeki taşları... Kadın önce toprağa sonra taşa can vermiş... Taşlar filizlenmiş ve kökleri sarmış Caferli'yi baştan sona... Bu uğurda ömrünü adamış ve aynaya her baktığında kendi yüzünün güzelliğinden çok Caferli'de yaşayan kadınların yüzünü, güzelliğini görmüş.
Kuşadası Caferli Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği Başkanı ve aktivist Nazlı Deniz Kuruoğlu ile geçmişten bugüne hayatı ve Caferli hakkında, ofisimizde güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.
Güzelliği destan olurken dillere, o arş'a yükseldiği parmak uçlarında bulur mutluluğu. Gözlerini kapattığı zaman, işte, tüm dünya O'nundur. Hayat, yaptığı planlarının aksine konuk eder bir müddet kendisini. Kendisi için çizdiği yola, küçücük bir noktalı virgül bırakarak devam eder yoluna... Geri dönmek üzere...
1982 Türkiye ve Avrupa Güzeli'dir Nazlı Deniz Kuruoğlu. Aslında, güzel olmaktan çok ''güzelleştirmek'' adınadır hayalleri. O yıllar, anneannesi, Türkiye'deki ilk güzellik salonunu kuran ve Alk bezli ağdayı çıkaran ''Sesu ağdaları''nın sahibidir. Yarışmayı düzenleyen, Güneş Gazetesi'nden Zeynep Gorbon, Güneri Civaoğlu'nun eşi, sürekli güzellik salonuna gelmektedir. "Torununu yarışmaya sok" diye çok ısrar eder anneanneye. Kuruoğlu ise Opera'da, sanatını, sevgi ve üretkenlikle yaşatmaya devam etmektedir o tarihlerde. Ne kadar, sanatını icra etmekten yana duyduğu mutluluğu kelimelere dizsse de ısrarlara dayanamayarak hem de son anda ve hasbelkader dahil olur yarışmaya. Güzelliği ortadadır ve çevresindeki herkes destekler yarışmaya katılımını. Kamplar ve zorlu çalışmalar başlar. O dönemler, operada devlet memuru olduğu için yasaktır yarışmaya katılmak ancak gerekli izinleri alarak kaydını yaptırır. Müdür'ü, ''Birinci olmadan gelme, başka soyadı kullan"diye de ekler. Anneanne'sinin soyadını kullanarak, Nazlı Esenir olarak girdiği yarışmadan, kazanınca , Nazlı Deniz Kuruoğlu olarak çıkar. O artık tescilli bir güzeldir ancak hayallerini bu güzelliğin çok ötesinde yaşar.
Yaşanan sakatlık sonrasında, İstanbul için karar zamanı gelmiştir...
Devlet Opera ve Balesi'nde çalışırken, ve mesleğini ''aşk'' denilecek derecede severken, sahnede yaşamış olduğu bir sakatlık yüzünden çok sevdiği dansı bırakmak zorunda kalır Kuruoğlu. O günü sorduğumuz zaman, ''Opera'da dans ederken menüsküs oldum. Havada çift troner hareketi yaparken dizim döndü. Sakatlandım'' sözleriyle o kötü anı'nı anlatıyor bize. Yaşadığı üzücü olay akıbetinde, sahneden korkar ve ister istemez bir adım geri atar. Artık, o, çok sevdiği işini istediği biçimde yapamayacağına kanaat getirdiğini anlayınca da Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı'nda, Öğretim Görevlisi olarak yoluna devam eder. Sanat'ından kopmamak için sakatlığı sonrasında da mücadeleyi asla bırakmaz. Sesu aile şirketiyle ortaklığı devam ederken kopmalar yaşanır ve satılır şirket. Kuruoğlu, koptuğu yere kadar denilen noktadadır ve o nihai kararı vererek İstanbul'dan ayrılır.
Bir ''Peri Masalı'' vardı. Prenses, büyük davete katılır ancak saat gece yarısına bulmadan bal kabağından yapılan at arabasına binip evde olmak zorundadır. Nazlı Deniz Kuruoğlu, saat gece yarısına varmadan o arabaya yetişir ancak, yolda, ''doğa''nın çağrısına takılır ve eve metreler kala atar kendisini arabadan aşağı; sesin geldiği yöne doğru atar adımlarını... Caferli'ye düşer yolu...
İstanbul'u terk etmek çok kolay olmaz; çünkü koskocaman bir yaşanmışlık vardı o kentte. İstanbul, Mimar Sinan Üniversitesi, bale öğrencileri derken yaşadığı ailesel sorunların ağırlığına dayanamayarak bu koca kentin kapısını kilitleyerek, anahtarı atar çekmecenin dibine. Gidecek başka bir yeri vardır elbet. Kuruoğlu ailesinin, 40 sene önce gelip yerleştiği Güzelçamlı'da aralar yeni hayatının kapısını. Hani, Milli Park'a aşık olduğu o eski zamanlar. Yaz tatillerinde, köylünün atını alıp karış karış gezdiği yıllar. Caferli'yi keşfetmesi de yine o zamanlara denk gelir aslında. Annesi ile birlikte çıktığı yeni bir keşif turunda, Caferli'de alırlar soluğu. Hayran kalırlar Caferli'ye; ayak üstü hayallere dalar anne-kız. O zamanlar, köyden, dışardan gelen biri olarak mal edinmek kolay değildir. Köylü, satmak istemez evini. Ancak, Köy muhtarı sever Kuruoğlu'nun babasını ve alınır istenilen yer. 2002 yılında, Kuruoğlu, anne-kız ayaküstü kurdukları hayalinin ilk tohumlarını burada atmaya başlar. Bir ev yapar kendisine ve tek başına yaşamaya başlar. Sonra, hayallerinin ortağı annesi gelir köye yerleşir. Kardeşi de hasrete yenik düşüp tutar Caferli'nin yolunu ve Caferli, Kuruoğlu ailesini yeniden tek çatı altında toplamayı başarır.
''Elinin hamuruyla erkek işine karışma''sözleri ile baş gösteren erkek egemenliği bir zaman sonra birlik ve beraberliğin parmak ısırtan örneği oluverir. Zor olur Caferli'ye karışmak; Köylü ile kaynaşıp köylüden biri olmak mücadele gerektirir... Ancak, O'nun için hiç bir şey imkansız değildir...
Köyün erkekleri için ilginç ve bir o kadar da anlamsız olan durum, zaman içerisinde et ve tırnak misali bir oluverir. Başlangıçta, köyde istenilmeyen kişi olur. Git buradan bile denir. Kabullenilmez, yaptığı hiç bir şey. Köyün şehirlere olan uzaklığı, bu reddedilişlerde, özellikle inançların kırıldığı en belirgin nokta olarak çıkar Kuruoğlu'nun karşısına. Zordur yaşanan zamanlar ancak hazırlıklıdır köyden gelecek her olumsuz sese. ''Mücadelesini vermeden hiç bir şeye sahip olamazssınız zaten bu hayatın her alanında böyledir'' diye özetler Kuruoğlu yaşadığı mücadelesini. Köyde, eline aldığı fırçası ile duvarları, çöp bidonlarını boyayarak başlar işe Kuruoğlu. Sokakları süpürür günlerce. Kendi işi olmamasına rağmen otelcilik ve kahvaltı konularında kendisini geliştirmeye başlar. Ayaktayken, köyden çıkan sesler yüzünden sendeleyen dengesini biraz olsun toparlayınca da köy kadınları ile görüşmeleri başlar. Kadınlara, ''Dikiş, nakış ne biliyorsanız, size hocalar getireyim ve eğitime başlayalım'' diye uzun uzun anlatır. Kadınların, açılan gönül kapılarından içeri girmeyi başaran Kuruoğlu, Caferli kadınlarını, gezi programlarına dahil ederek, üreten kadının nasıl bir yaşam sürdürdüğünü, farklı kentlere yaptıkları kısa seyahatlerle gösterir. Kadınlara katkı sağlamak amacı ile bir ocak ve fırın yaptırır Kuruoğlu. Kendisini, köyde istenilmeyen ilan eden birileri tarafından gelip yıkılır emekleri. Bunun üzerine, 100 yıllık kerpiç bir ev satın alır ve ardından burayı üç odalı butik bir otele dönüştürür. Yıkılan fırın ve ocağı da köylü kadınların yararına yeniden yaptırıp, hizmete açar. Amacın, ekolojik bir köy oluşturabilmek olduğu Caferli'de, bugün, kadınların işlettiği 5 işletme bulunmakta ve her birinde köylü kadınların emeği var.
''Kraliçe'' bundan yıllar önce başından indirdiği tacını, Caferli için yeniden takar. Köy'ün, ''Ana Kraliçe''sidir artık o. Peteklerini, köyde ilmek ilmek örerken bir yandan da sakladığı sırrını gün yüzüne çıkartarak insanlarla buluşturur...
Köyde çalışmalar devam ederken, Büyükşehir Yasası çıkagelir. Köy mahalleye dönünce, Kuruoğlu'da bileklerine kadar sıvadığı kollarını dirseklerine kadar çekerek uzatır. O gün, rafa kaldırdığı, ''Türkiye ve Avrupa Güzeli'' simgesi tacını alıp yeniden takar başına. 30 yılı aşkın bir sürenin ardından; Caferli'nin tarihsel, kültürel, doğal ve çevre yapısını korumak, ekolojik köy turizmini geliştirmek, sakinlerini kalkındırmak adına, halkın arasına karışıp, ''Ben Kraliçeyim'' der ve kullanır ünvanını. Attığı çığlığı kısa zamanda da yankı bulur. 2014 yılında, gönüllülük esasına dayanarak, Kuşadası Caferli Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği'ni kurar. Yönetim kurulu üyesi ve Kadın Dernekleri Federasyonu Kuşadası Temsilcisi Mehlike Hepdemir ile birlikte, kadınlarla ilgili özel gün ve etkinlikleri, 3-4 yıl üst üste Caferli Derneği olarak yaparlar. Kuşadası Kadın Platformu'na dahil olur ve desteklerini burada da sürdürmeye devam eder.
Caferli'de, küçücük bir fırça yardımıyla boyanan duvarlarında başlayan hikaye, devam eden zamanda çok kapsamlı şenliklere ev sahipliği yapar. ''Buradan kimse geçmez'' sözleri ile anılan köy, festival zamanı binlerce kişiye kucak açar, bağrına basar...
Bundan 5 yıl önce, iki doktor arkadaşı ziyaretine gelir Kuruoğlu'nu. Davutlar ile Ağaçlı arasında açılacak olan 8 tane Jeotermal kuyusudur konu. Farklı bir mücadeleye girmekten asla çekinmeyen Kuruoğlu düşünmeden kabul eder arkadaşlarından gelen teklifi. O günü anlatan Kuruoğlu, ''O an'a kadar, jeotermal enerji hakkında geniş bilgi sahibi değildim. Araştırmalarımız oldu ve ne olduğunu öğrendik. Konu hakkında kendimiz bilinçlenince bu sefer halkı bilinçlendirmeye başladık'' diyor. Ardından, aklına gelen parlak bir fikirle, "Caferli Köyü Çevre ve Güz Şenliği''nin ilk kıvılcımını yakar. Plastik ve naylon malzemelerin kullanımının yasak olduğu köyde gerçekleşen şenliklerde, sekiz bine yakın insan bir anda köye giriş yapar. Otobüs otobüs insan adeta akar köye. Şenlik boyunca, köy, fotoğraf ve yazılarla anlatılır ziyaretçilere. Çevre konulu söyleşiler ve film gösterimleri yankılanır köyün sokaklarında. Konusunun uzmanı isimler karışır ziyaretçilerin arasına, gelenler merak ettikleri konularda bilinçlendirilir. İşin eğlence yanına geldiğinde sıra dans, bale, tiyatro, folklör gösterilerine ayrılır tüm zaman. Şenlik amacına ulaşır ve insanlar mutlu olarak ayrılır Caferli'den ta ki bir sonra gerçekleşecek şenliğe kadar. Caferli'de bugün, iki farklı zamanda, iki ayrı şenlik düzenlenmektedir.
Caferli Köyü'nü korumamız lazım...
Verilen mücadeleler, yapılan çalışma ve düzenlenen etkinliklerin akabinde, bugün, köyün haritalarda aranan bir yer haline geldiğini anlatan Kuruoğlu, köyün korunabilmesi bağlamında biraz daha arka planda kalmasının önemini anlatıyor. Zamanla, köy içerisinde işletmeler çoğalır. Köyün kapsadığı alan göz önüne alınırsa, fazla yapılaşma zamanla ağır gelecektir köye. Bu nedenle de olmayan ulaşım ağları bile çok dert edilmez. Köy herkes tarafından bilinmektedir artık ve bu da yeterlidir Caferli'ye.
Çevre Platformu kurulur ve ''doğa'' platformun arkasına saklar kendisini... Güvenir insanlara. İnsanlar da sahip çıkar doğaya ve mücadele başlar hiç bitmemek üzere...
Çevre Platformu'nun kurulmasıyla birlikte hemen dahil olur Kuruoğlu platforma. Çevre için mücadele başlar. Ardından, Aydın Çevre Platformu'na (AYÇEP) üye olunur. Çalışmalar, herkesin eşit olduğu ve gönüllülük ilkesi dahilinde devam eder. Doğaya ve tarımın gelişmesine yönelik çalışmaların ışığı altında, gönüllü insanlar, Kuşadası ve çevresi için canla ve başla kolları sıvar. Çevre Platformu'nda bulunan kişilerin çoğunun aslında kırsal alanda yaşayan insanlar olduğunu anlatan Kuruoğlu, ''Örneğin, Milli Park'ta, ilk koya yapılan restaurant, orada yaşamakta olan hayvanların gece hayatını olumsuz şekilde etkileyecek ve bu bizde endişe yaratıyor. Sivil toplum örgütleriyle buluştuk ki 40'a yakın sivil toplum örgütü bir aradayız, Caferli Güzelleştirme Derneği ile toplanarak bu konunun takipçisi olduk hatta bu konuda davamız da devam ediyor. Bu noktada, bizim sorunumuz işletme ile olmadı asla bizim asıl sorunumuz o işletmeye bu izni verenlerleydi. Bunun yanlış bir karar olduğunu ve o bölgede hiç bir işletmenin gece geç vakitlere kadar hizmet vermemesi gerektiğini düşünüyoruz, söylüyoruz ve bunun her zaman da arkasındayız. Bunun yanı sıra Kocagöl'ün durumunu yakından takip ediyoruz. Burası, Kuşadası'nın tek sulak alanı. Burayı korumak için elimizden gelen herşeyi yapmaya devam ediyoruz ve edeceğiz de. O alan bir tabiat parkı ve korunması şart. Sulak alan o kadar önemli bir nokta ki muhakkak korunması gerekiyor. Konu hakkındaki gerçekleşen toplantıları takip ediyoruz. Caferli Güzelleştirme Derneği'mizin bir amacı da çevreyi korumak. Bu yüzden çevre konularında; tarımı, torağı korumak için mücadele vermeye çalışıyoruz. Çok zor zamanlar geçirdiğimiz oluyor ancak yine de etkili olduğumuzu düşünüyorum. Örneğin, yine, Jeotermal kuyuları için açılan davada kazançlı çıktık, davayı kazandık. Milli Park'ın moloz döküm alanı ve Güzelçamlı'da ki Yat Limanı projesi'ne karşı davalarımızı da kazandık. Çevre Platformu'ndan arkadaşlar ile birlikte benim açtığım bir dava var. Söke Belediyesi'nin Caferli'ye tarım alanına bir GES Projesi var onun için bir iptal davası açtık ve akıbetini bekliyoruz'' diyor. Birinci hedefinin, çevre ile ilgili olumsuzluklara bir şekilde dur diyebilmek olduğunu belirten Kuruoğlu, tarımı koruyacak yönleri gösterebilmek, kırsal mahalleyi oluşturabilmek, çevreyi korumaktır ve kötü yapılaşmanın önüne geçerek doğayı korumanın gelecek nesiller adına çok önemli olduğunun altını da bir kez daha çiziyor.
Kadınlar'ın emekleri daha profesyonel ellerde şekillenir artık. Malzeme daha çoktur. Yapılan iş bu kentin sınırları aşacaktır. Heyecan en üst seviyelere ulaşmışken, KUŞAKK çatısı altında birleşir tüm emekler. Kadınlar severek üretir ve ürettikleri bir ''Kuş''un kanadında gökyüzüne ulaşır...
Beş sene önce, o zamanın, Kuşadası Belediye Başkan Yardımcısı Ayşe Şerifoğlu ile yolları kesişir Kuruoğlu'nun. Şerifoğlu'nun bir kadın kooperatifi kurma düşüncesi heyecanlandırır kendisini. Çalışmalarda bizimle olur musun sorusuna hiç düşünmeden evet cevabını verir. Başlangıç zor olur. Sene 2017; Kurucular olarak , yeni ortaklar işe dahil olana kadar hazırlanır ilk siparişler. Ütü, baskı, kurutma derken 90 ortağa çıkar bu sayı. Ortaklar artmaya başlayıp, ihtiyaç sahibi kadınlar da işe el atınca Kuruoğlu ve arkadaşları kenara çekilirler. Çok ciddi anlamda çalışmalar yaparlar. Markalaşırlar. KUŞAKK'ın, hikayesinin aslında ''Çatı Kuş''larından geldiğini anlatan Kuruoğlu, ''Başından beri, Kuşadası'ndaki ''Çatı Kuşları''ydı amacımız. Onları aktarmaktı. Çatı kuşlarının, Kuşadası için gerçek bir marka olduğunu düşünüyorum. Bu noktada da çalışmalarımız oldu. Mesela, elbiseler dikildi, üzerine baskısı yapıldı ve ben onun tanıtımı yaptım özellikle de sosyal medya hesaplarımla katkı sağlamaya çalıştım'' diye ekliyor. KUŞAKK bugün, ürettiği ürünleri pazarlama imkanı bulamayan kadınları bir araya getirerek istihdam olanağı oluşturmayı, Kuşadası’na has el sanatlarını geliştirmeyi, üretilecek özgün turistik ve hediyelik yöresel ürünlerle ilçenin tanıtımına katkı sağlamayı hedefliyor.
Çevrenizden çok duyarsınız. Köy'den bir ev alırım, iki üç tavuk ve bir de kuzine... Ne kadar zor olabilir ki...
Şehir hayatından sonra köy hayatına adapte olmanın gerçekten çok zor olduğunu anlatıyor Kuruoğlu ve ekliyor, ''Köy hayatı, karşıdan göründüğü kadar kolay değil aslında. Burada da büyük bir mücadele var. Yapılan işler riskli. Ne kadar cazip görünse de köyde hiç bir şey size hazır sunulmuyor. Tarımın da hayvancılığın da kendine has zorlukları var. Doğal yaşamak öyle hemen olan kolay bir iş değil. Bu noktada farklı aykırılıklarla da mücadele etmeye başlıyorsunuz ve bununla mücadele etmek de ayrıca bir zorluk olarak karşınıza çıkıyor. Örneğin eve gelirken naylon torba almamak için mücadele ediyorum. Kendi işletmelerimde plastik hiç bir şey bulamazssınız. Kullandığım her şey cam ya da seramiktir. Naylon kullanmayız. Saklama kabımız bile camdır. Bu konuya çok fazla önem veriyoruz. Kendi ekmiş olduğum tamamen doğal ürünler ile yapıyoruz her şeyi. Kendi tohumlarımızı üreterek yapıyoruz. Bu aslında herkesin kolay kolay yapamadığı bir şey. Onun için şehirdeki gibi yaşayıp ta buraya gelip aynı şekilde düzeni devam ettirmenin hiç bir anlamı yok.''
Şehir hayatını, kültürel alanlar için özlüyorum...
Caferli'ye gelerek yerleşik bir hayat kurmaktan dolayı hiç bir an'ında pişmanlık duymadığını anlatan Kuruoğlu, şehir hayatını, sadece kültürel alanlar için özlediğini eklmeden geçemiyor. İyi bir tiyatro, bale veya opera seyretmeyi özler. Ancak, İstanbul'a her gittiğinde de geri dönüşünde adeta o koca kentten kaçarcasına Caferli'ye koşar. Konu, Kuşadası olunca, üzüntüleri olduğunun da altını çizen Kuruoğlu, Kuşadası'nın her geçen gün toprağı terk edip betona bürünmesi, her zaman doğasından dolayı çok sevdiği Milli Park'ın olumsuz konularda mücadelelere sahne olmasını, doğanın betona karışıyor olmasının derin üzüntüsünü yaşamakta. ''Ben doğada bale ve dans etmek istiyorum'' sözleri ile doğanın değerini işaret eden Kuruoğlu, ''Yaşadığımız bölgeye, yaşadığımız alana çevresel ne kadar katkımız olursa ben kendimi o kadar iyi hissediyorum. Bunun için mücadele ediyorum ve mücadelem her zaman da devam edecek'' diyerek sözlerine son noktayı koyuyor.