clock December 24,2023
 Zehirliyse biz yiyoruz, değilse Avrupa

Zehirliyse biz yiyoruz, değilse Avrupa

Güzel ülkemizde çok sayıda tarımsal ürün üretiliyor. Özellikle meyve sebze üretiminde dünya dokuzuncusuyuz. Ürettiğimiz Meyve ve Sebzelerin en güzelleri, en kaliteli olanları ihracata ve özellikle Avrupa’ya gidiyor.

İhracata giden bu meyve sebzelerin tamamı; ilaç kalıntısı kabul edilebilir seviyede, lezzetli, zamanında hasat edilmiş, mütecanis ve albenisi olan meyve sebzeler. Oysa iç piyasada insanımızın tükettiği ürünler nedense ihracata gidenler gibi değil. Biliriz ki tekstil ürünlerinde “ihracat fazlası” diye bir olay vardır. Aslında kaliteli malzemeden üretilmiş ancak her nasılsa bazı hatalar yapılmış, küçük veya büyük bir deliği olan, yırtık lekeli ürünler düşük fiyata satılır ve insanımız da bu ürünleri kapış kapış alır.

Benzeri durum yaş meyve sebzede de yaşanıyor. Maalesef ki ülkemizde ilaç kalıntısı bulunan meyve ve sebzeyi tespit edip satışını önleyecek sistemimiz yok. Ama önlemek zorundayız çünkü burada söz konusu olan yırtık bir elbise giyip rezil olmak değil. Zehirli bir meyve yiyip sağlığımızdan olmak. Sadece yaş meyve sebze de değil. Tüm bitkisel ve hayvansal ürünlerde ilaç kalıntısı problemi var.

Diyelim ki Avrupa’ ya bir tarımsal ürün ihraç edilecek. İhracatçı firma ilaç analizi yaptırdı ve ürünlerde kalıntı çıktı. Ne oluyor?  Bu ürün imha mı ediliyor? İstisnalar hariç imha edildiğini sanmıyorum. İthalatçı ihracatçımızdan bu ürünü almıyor. İhracatçı ne yapacak bütün yıl emek harcanarak üretilen ve para ödeyerek üreticiden satın aldığı ürünü satmak zorunda yoksa aç kalacak. O da zaten iç piyasa için ilaç analizi yapılmadığı ve kontrol olmadığı için bu ürünü iç piyasaya sürüyor. Biz de o ürünleri afiyetle yiyoruz. İyi pişirdik veya iyi yıkadık ilaç falan kalmaz mı diyorsunuz.

Yok öyle değil işte.

Birincisi, sistemik ilaçlar var. Meyvenin içine etki ediyor, yıkama ile kalıntı oranı hiç fark etmiyor. İkincisi, meyvenin sebzenin yapısına göre, pişirme ve çiğ tüketim tercihlerine göre ilaç kalıntısı miktarı farklı olabiliyor.

 “Tarım ilaçlarının insan sağlığına etkileri tarım ilacının türüne göre değişiklik gösterir. Organofosfat ve karbamat yapılı olan bazıları sinir sistemimize etki eder. Bazıları deri veya gözlere zarar verir. Bazı tarım ilaçları da kansorejen olabilir. Diğerleri ise vücudumuzun hormon veya endokrin sistemine etki edebilir.” (Kaynak: ABD Çevre Koruma Müdürlüğü http://www.epa.gov/pesticides/health/human.htm )

Genetiği değiştirilmiş ürünler olsun mu olmasın mı, hormonlu meyve-sebze vs gibi daha sağlığa etkileri bilinmeyen, ülkemizde kullanımı ile ilgili daha net veriler olmayan konular ile uğraşacağımıza bu ilaç kalıntısı konusunda çalışmalara başlamamızda yarar var.

Avrupa bu sorunu büyük oranda çözmüş. Onların bile daha alacağı çok yol var ancak en azından tepkilerini koymuşlar, yollarını çizmişler ve belli bir mesafe de almışlar. En azından çeşitli şartlara uygun olmayan meyveleri reddedip, daha uygun olanları alabiliyorlar. Şu an tüm Avrupa iyi tarım uygulamaları ile üretilmiş ürünleri tüketiyor. Yaş meyve sebze üretimi çok zayıf olan Japonya’ nın bile yaş meyve sebzede iyi tarım uygulamaları standardı var ve Eurepgap ile uyumlu kurallar koydular.

1990’lı yıllarda Avrupa’ daki tüketici dernekleri, marketlerden ürün örnekleri alıp bunlarda ilaç kalıntısı analizleri yaptırdılar. Ve kalıntı çıkan marketlerin haberleri gazetelerde manşetlere taşındı. Böylece marketler alacakları üründe kalıntı olmasını önleyecek önlemler aldı. Denetim sistemleri geliştirdi ve sonunda kaliteli ve kalıntısız ürünleri raflarına koymayı başardı. 

İşte aynı şekilde ülkemizdeki organik tarım dernekleri, sağlık örgütleri, tüketici dernekleri, çevre dernekleri marketlerden ürün alıp analiz ettirebilir ve sonuçlarını basın organlarına verebilirler.

Böylece hem ne tükettiğimizi biliriz, hem de uygun olmayan yapıda üretilmiş gıdaları tüketiyor isek devlet millet el ele önlemleri arttırma yoluna gideriz. Denetimleri arttırır, Avrupa’ nın dediği gibi “belgesi olmayan ürün iç piyasamda satılamaz” diyebiliriz. Bunu diyebilir miyiz? Bilmiyorum daha pek emin değilim. Ancak bunu diyemediğimiz sürece birazdan Ayşe Hanım gidip iki yaşındaki bebeğine elma püresi yapacak ve maalesef 2 yaşındaki o günahsız bebek, o ilaç kalıntılı elma püresini afiyetle yiyerek bizim hatalarımızın bedelini sağlığı ile ödemeye daha şimdiden başlayacak.

            Onun için diyorum "Zehirliyse Biz Yiyoruz Değilse Avrupa". Dünyada “zehirliyse Türkler yesin” sloganı her geçen gün daha karlı bir tüccar deyimi haline gelecek gibi gözüküyor.

            Sağlıklı günler diliyorum.

Yanıt Bırak

Yanıtı İptal Et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.

Bizi Takip Edin

Anket

vote-image

Hangi haber sitesini daha sık kullanıyorsunuz?

17%
83%

Önemli Kategoriler

Son Yorumlar

  • user tarafından Sabiha

    Muhteşem yorummmm

    quoto
  • user tarafından Kuşadalı vatandaş

    by Serkan diye saçma sapan bir restoran meyhane yaptılar milli parkın içine!!!!!! Çok lazımdı sanki?????? by Serkan nedir ya? Serkan kim?? Gitmiş aynı adam şimdi de Karasu koyunda da plajın üstüne denize sıfır kalana kadar şemsiyeler şezlonglar koymuş parayla veriyor. Böyle bir saçmalık var mı ya????

    quoto
  • user tarafından Bahattin Karakaya

    Merhaba, Kuşadası’nda Bir Ağustos tarihinden itibaren misafir olarak kalmaktayım. Daha önceki yıllarda da tatil amaçlı bulundum. Kuşadası’na her gelişimde Dilek Yarım Adası Milli parkına da gitmekteyim. 52 yıl önce İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinden mezun olarak aynı yıl Orman Genel Müdürlüğü Mersin Orman Bölge Müdürlüğü Mersin Orman İşletme Müdürlüğü Namrun Orman Bölge Şefliğinde göreve başladım. Yedi sene bu bölge müdürlüğünün Mut, Erdemli gibi farklı yerlerinde orman bölge şefliği yaptım. Çalıştığım bölgeden de anlayacağınız gibi yüzlerce orman yangınında bulundum. İlerleyen yıllarda orman İşletme Müdürlüğü hatta Orman Bölge Müdürlüğüne kadar taşrada bulunan bütün görevlerde çalıştım. Büyük küçük yüzlerce yangının söndürülmesinde yangın idare amirliği yaptım. Özgeçmişimden kısaca bahsetmemin nedenine gelince; Meslek duyarlılığı ve doğa sevgisi diyelim. Gördüklerim karşısında panikteyim. Dilek yarımadası harika bir doğal güzellik ama her an kaybedilmekle yüz yüze. Her yanı ormanla kaplı koca bir yarımada. Ama yangın öncesi alınması gereken tedbirlerden hiç birisi alınmamış. Yarım adanın ucundan başlayacak bir yangın Söke’de son bulacaktır. Rüzgarı hiç eksik olmayan bir bölge olması nedeniyle yangın çıktığında durdurmak için şerit açılacak zaman olmayacak ve yangın hızla ilerleyecektir. Halbuki şimdiden yangın şeritleri açılsa şeritlerin iki tarafında yangına dayanıklı türler ile şeritler takviye edilse ve her yıl bu şeritler iki defa temizlense bir yangın çıktığında müdafa hattı hazır olur ve yangın savaşçıları ateşi bu siperlerde bekler. Alevler geldiğinde de itfaiye araçları ve arazözler ile hızlıca söndürürler. Buna karşı hemen şu savunmaya geçişecektir. Efendim milli parklara dokunulamaz. Biz dokunmazsak yangın yok eder. Burada başlayacak bir yangını sürekli batıdan esen bir rüzgar varken ne uçak nede helikopter söndüremez. Bu alanlarda mangal yakılması gibi ateşli piknik yapılmasına izin verilmesi tam bir cinayettir. Şahsi kanaatimce Dilek Yarımadası için orman yangınına karşı acil eylem planı yapılmalı ve hiç vakit kaybetmeden uygulanmaya geçilmelidir. Çünkü bu hali ile Dilek Yarımadası Milli Parkı yanmaya mahkümdür.

    quoto